2 Haziran 2021 Çarşamba

 

 TÜRKİYE’NİN PANDEMİ SÜRECİNİ ELE ALIŞI, YÖNETİMİ VE YÖNETİŞİM İLKELERİYLE KARŞILAŞTIRILMASI

 


GİRİŞ

           

            Tüm dünyayı etkileyen Covid-19 virüsü ülkelerin hızlı ve radikal karar almalarını gerektiren bir süreci beraberinde getirdi. Sosyalleşmenin temel yasak konusu olduğu süreçte ülkelerin vatandaşları için alacakları kararlar toplum sağlığı açısından büyük önem arz etmekteydi. Dünya Sağlık Örgütü’nün önerileri doğrultusunda birçok ülke yönetimi sağlık bilimi dünyasından uzman kişilerce oluşan bir kurul oluşturdu ve alınan kararlarda kurul üyelerinin fikirlerine danışıldı.

            Neoliberal yaklaşımların bir uzantısı olan ve Dünya Bankası tarafından ilk ele alınan yönetişim kavramı, devletin, piyasanın ve sivil toplum örgütlerinin bir arada olduğu bir formüle dayanmaktadır. Yönetişim, kamu işletmeciliği yaklaşımının devlet ve piyasanın yer aldığı formülün eksikliğine dikkat çekerek, sistemin katılımcılık açısından eksikliklerini gidermeyi amaçlamaktadır. (KALFA & ATAAY, 2008) Yönetişim, merkezi devletin toplum üzerindeki mutlak hakimiyetini reddederek toplumun kendi ihtiyaçlarına göre kendi kendilerine yönetilmesi anlayışını gündeme getirir. (Jessop, 2005: 351-352’den aktaran (KALFA & ATAAY, 2008)) Pandemi gibi bir olayın devletlerin sürekli rast gelmedikleri bir olay olmasından dolayı karar alma ve yönetim sürecinde yönetişim anlayışına ne kadar uygun hareket edip etmedikleri merak içermektedir. Pandemi süreci boyunca gelişmiş ülkelerin toplumuna yapmış olduğu yüksek miktardaki devlet desteği ve sosyal yardım, bazı kesimlerce neoliberal fikirlerin darbe gördüğü ve sosyal devlet anlayışının tekrar gündeme geldiği şeklinde yorumlanmıştır.

Dünya üzerinde Covid-19 hızlı şekilde yayılarak eşine rastlanmayan sağlık, ekonomi ve jeopolitik bir krize yol açmıştır. (TURAN & ÇELİKYAY, 2020) Ülkelerin bu krizi ele alışı ve yönetme şekli yönetişim ilkeleri düşünüldüğünde çoğu zaman eleştirilmiştir. Bu doğrultuda araştırmamızda Covid-19’un sebebiyet verdiği pandemi sürecinin Türkiye’de ele alınışı, yönetimi ve yönetişim ilkeleriyle karşılaştırılmasına değinilecek, ilk vakadan günümüze kadar olan süreçte alınan kararların yönetişim ile uyumu değerlendirilecektir. Bu araştırmanın amacı, yönetişim ilkelerinin ülkemizde kriz anlarında ne denli uygulandığını ve önemsendiğini görmek, güncel olaylarda nasıl yollar izlenildiğini, yönetişim kavramının ne kadar etkili olduğunu belirlemektir. Pandemi gibi bir olayın nadiren olması ve bu tarz bir süreçte alınan kararların hızlı ve ekseriyetle önemli olması hususu göz önünde bulundurularak sonuçlar yorumlanacak ve tartışılacaktır.

 

 

TÜRKİYE’DE COVİD-19 YÖNETİMİ

 

            Dünyayı hızla etkilemeye başlayan Covid-19 virüsü, devletlerin erken tedbir almasına sebebiyet verdi. Türkiye 10 Ocak 2020 tarihinde Sağlık Bakanlığı bünyesinde Sağlık Bakanlığı, YÖK ve 12 üniversitenin akademisyenlerinden oluşan bir Bilim Kurulu oluşturuldu. (AA, 2020a) Sağlık Bakanlığı Covid-19 ile mücadelede Bilim Kurulunun tavsiyelerini önemsiyor ve yolunu şekillendiriyor. (AA, 2020b) Bu tarihten itibaren Türkiye’de Covid-19 sürecinin ilk zamanlardaki önemli gelişmelerini kronolojik olarak aşağıdaki gibi sıralayabiliriz. (BUDAK & KORKMAZ, 2020)

            10 Ocak 2020; Bilim Kurulu oluşturuldu.

            23 Ocak 2020; Bilim Kurulu tavsiyesi ile Vuhan uçuşları durduruldu.

            05 Şubat 2020; Çin ile olan tüm uçuşlar durduruldu.

            29 Şubat 2020; İran’dan sonra İtalya, Güney Kore ve Irak arasındaki gidiş-gelişler durduruldu.

            01 Mart 2020; Umre ziyaretinden dönenler için Sağlık Bakanlığı bir kitapçık yayınladı. Bu kitapçıkta yurt dışından gelenler için uyulması gereken kurallar yer alıyordu.

            11 Mart 2020; Türkiye’de ilk vaka tespit edildi.

            Bu tarihten itibaren ülke genelinde sıkı tedbirler alınmaya başlandı. 12 Mart 2020 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlığında yapılan, bakanların ve ilgili kurumların katılımıyla gerçekleştirilen toplantıdan çıkan kararları Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın açıkladı;

            “İlk, orta ve lise okulları 16 Mart itibari ile bir hafta tatil edildi.

            Üniversiteler 16 Mart tarihinden itibaren 3 hafta süre ile tatil edildi.

            Spor müsabakaları nisan ayı sonuna kadar seyircisiz oynanacak.

            Kamu çalışanlarının yurt dışına çıkışları özel izinle gerçekleştirilecek.”

            Açıklanan bu kararların uzmanların, ilgili kurumların, sağlık kurulunun tavsiyelerinin ve Cumhurbaşkanı’nın talimatıyla alındığı ve tedbirlerin kararlılıkla uygulanacağı açıklandı. (AA, 2020c)

            Covid-19 ile mücadele sürecinde toplu halde bulunmayı engellemek adına birçok önlem alındı. Okullara ara verildi, spor müsabakalarını izleyen taraftarların bir arada bulunmamaları için statlar ve spor salonlarına taraftar alımına bir süre ara verildi. 16 Mart 2020 tarihinde İçişleri Bakanlığı’nın yayınlamış olduğu genelge ile umuma açık istirahat ve eğlence yerleri olarak faaliyet gösteren, vatandaşların yakın temas halinde olduğu ve bu nedenle hastalığı kapma ve yayma tehlikesi ile karşı karşıya kaldıkları için sosyal faaliyette bulunan birçok işletme, sosyal etkinlik yapılan kapalı alanlar, eğlence mekanları, alışveriş merkezleri ve lokantalar geçici süreliğine kapatıldı. (AA, 2020d)

            Nisan ayına kadar olan süreçte 70’e yakın ülkeye uçuş yasağı konulmuş, spor müsabakaları ve ligler ertelenmiş, yurt dışından gelen insanlar karantinaya alınmış, eğlence mekanları kapatılmış, cemaatle namaz kılma yasaklanmış, 65 yaş üstü ve 20 yaş altına sokağa çıkma yasağı getirilmiştir. (DW, 2021)  27 Mart 2020 tarihinde Sağlık Bakanlığı Covid-19 verilerini tablolar halinde kamuoyu ile paylaşmaya başladı ve 30 Mart 2020 tarihinde Cumhurbaşkanlığı tarafından, “Biz Bize Yeteriz” kampanyası dar gelirlilere destek olmak için başlatıldı. (BUDAK & KORKMAZ, 2020) Türkiye’nin Covid-19 ile mücadelesinin kararlılıkla devam ettiğini belirten Cumhurbaşkanı 4 Nisan 2020 tarihinde 30 büyükşehir ile Zonguldak iline giriş-çıkışların 15 gün süreyle durdurulduğunu açıkladı. (AA, 2020e) Bu tarihe kadar henüz ülke genelinde sokağa çıkma yasağı uygulaması kararı alınmamıştı. Meslek örgütleri ve uzmanların sık sık dile getirdiği kapsamlı bir tam kapanma hiçbir zaman gerçekleşmedi. Bunun yerine belirli günlerde sokağa çıkma yasakları, kısa süreli kapanma önlemleri uygulandı. (DW, 2021) 11 Nisan 2020 tarihinde İçişleri Bakanlığı’nın 30 büyükşehir ve Zonguldak ilinin de yer aldığı sokağa çıkma yasağı duyurusu, genelgenin ilan ediliş şekli yönünden eleştirildi. (BBC, 2020)

            Salgın hastalıklar döneminde toplumun düzeni ve işleyişi bozulup, pandeminin kontrol edilemez bir krize dönüşmesi muhtemel olduğu için devletlerin önlem amaçlı kararları hızla alması kaçınılmazdır. Bu tarz dönemlerde devletin uygulayacağı kararlar veya kısıtlamalar temel hak ve hürriyetleri kısıtlayıcı şekilde olabilir mi olamaz mı tartışılmaktadır. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması” başlıklı 15. Maddesi şu şekildedir; (ÇİLİNGİR, 2020)

“Olağanüstü hallerde milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihmal edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasını kısmen ya da tamamen durdurabilir veya bunlar için anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.”

            Türkiye’de ilan edilmiş bir olağanüstü hâl olmasa da 10 Ocak 2020 tarihinden itibaren oluşturulan Bilim Kurulu ve devamında gelen genelgeler, kararlar ve kısıtlamalara bakarak ülke genelinde olağanüstü hallerde alınacak tedbirlerin alındığı görülmektedir. Devletin yayınlamış olduğu birçok genelgeyle birlikte ülke genelinde bir kısıtlama, sosyal etkinliklere izin vermeme durumu söz konusudur. Bu süreçte yerel yönetimlerin rolü de önemlidir. Pandemi ile mücadele aslında bir afet yönetimidir. Bu yüzden bölge halkına en yakın olan yerel yönetimler kriz anını yönetip olası tehlikeleri tespit edip yerel düzeyde plan ve program yaparak süreci yönetmekle görevlidir. (ÇİLİNGİR, 2020) Yerel yönetimlerden ülke genelinde alınan kısıtlama kararlarının ardından bölge halkının ihtiyaç sahiplerine gerekli desteği yapması beklenmektedir. Belediyelerin yardım fonlarıyla karşılanan bu ihtiyaçlar, basında yer alan bazı haberlerle engellendiği iddia edildi. İçişleri Bakanlığı’nın talimatıyla Eskişehir Odunpazarı Belediyesi’nin ve Antalya Muratpaşa Belediyesi’nin yardım fonları için kullandıkları banka hesapları bloke edildi. (SÖZCÜ, 2020)

            Mayıs 2020 tarihine kadar devam eden kısıtlama süreçleri bu tarihten itibaren kademeli olarak kaldırılmaya, gevşetilmeye başlandı. Cumhurbaşkanı tarafından açıklanan normalleşme süreci mayıs, haziran ve temmuz aylarında kademeli olarak başladı. Bu süreçte sağlık meslek odaları önlemlerin sıkılaşmasını talep etse de bu talepleri hükümet tarafından karşılık görmedi. Mayıs ayından itibaren başlayan normalleşme sürecine eleştiriler getiren Türk Tabipler Birliği’nin Sağlık Bakanlığı’na yaptığı “Krizi beraber yönetelim” çağrısı da kayıtsız kaldı. Yine Türk Tabipler Birliği’nin başkanının söylediğine göre Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında yapılan değerlendirme toplantısına da davet edilmediler. O dönemde bazı hastanelerde sağlık çalışanlarına halen daha gerekli sağlık ve korunma araçlarının temin edilmediğini dile getiren Türk Tabipler Birliği Başkanı Sinan Adıyaman, süreç boyunca uyarılarına ve söylemlerine devam etti. (DW, 2020)

            Yaz aylarında normalleşme sürecine giren Türkiye’de, Sağlık Bakanlığı’nın yayınlamış olduğu günlük vaka tablolarının şeffaf olmadığı yönündeki tartışmalar yaşanıyordu. Türk Tabipler Birliği, bakanlığın açıkladığı vaka sayılarının gerçeği yansıtmadığını ilk olarak 16 Mart 2020 tarihinde duyurdu. PCR testi üzerinden yapılan tanımlamaların Sağlık Bakanlığı tarafından farklı uygulanması vaka sayılarında farklı çıkmasına yol açıyordu. Temmuz 2020 tarihinde Sağlık Bakanlığı’nın yayınlamış olduğu günlük tablolarda bir değişiklik meydana geldi. Vaka sayısı ifadesi hasta sayısı olarak değiştirildi. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca “Her vaka hasta değildir. Çünkü testi pozitif çıktığı halde hiçbir semptom göstermeyenler var ve büyük çoğunluğu bunlar oluşturuyor.” Açıklamasını 30 Eylül 2020 tarihinde yaptı. Günlük açıklanan vaka sayılarının toplam pozitif vaka sayısı olmadığı, sadece semptom gösterenlerin yansıtıldığını söyleyen Bakan Koca’nın açıklamaları tepki topladı. Dünya Sağlık Örgütü’nün kendi rehberlerine uygun şekilde vaka sayılarını raporlaması çağrısı 25 Kasım 2020 tarihinde karşılık buldu. (DW, 2021)Kasım ayında vakaların artmasıyla beraber hükümet tekrar kısıtlamalara başvurdu. Yüz yüze eğitime ara verildi, hafta sonu sokağa çıkma yasağı getirildi, restoran ve kafelere müşteri alma yasağı getirildi.

Tekrar kapanmayla beraber birçok kişi gelir sıkıntısı yaşamakta ve geçimini sağlayamamakla karşı karşıyaydı. Türkiye pandeminin ilk zamanlarında “Ekonomik İstikrar Kalkanı” adlı 100 milyar TL’lik teşvik paketi açıkladı. İlerleyen süreçlerde yapılan açıklamalarla yardım ve desteklere devam edildi. Ancak 29 Nisan- 17 Mayıs tarihleri arasında yapılan son kısıtlamada herhangi bir desteğin açıklanmaması tartışmalara neden oldu. (BBC, 2021) Bu süreçle alakalı ülkelerin pandemi döneminde halkına ne kadar destek verdiğiyle alakalı IMF bir rapor yayınladı. Rapora göre, ülkelerin GSYH’lerine göre en az yardım yapan ülkeler arasında 1,9 oranla Türkiye’de yer almaktaydı. (T24, 2021) IMF Mali İzleme raporuna göre ise, GSYH’sine oranla en fazla likidite desteği sağlayan ülke Türkiye’ydi. (AA, 2021)

Aralık 2020 tarihinde başlayan aşılama 24 Mart 2021 tarihine kadar bakanlığın verilerine göre 14 milyonu aştı. Ancak bu aşılama hızının yeterli olmadığını belirten Türk Tabipler Birliği üyeleri, sürecin böyle devam etmesi halinde aşılama sürecinin kısa sürede tamamlanmayacağını söylüyor. (EURONEWS, 2021) Tartışmaların bir diğer odağı ise sürecin yönetimindeki kısıtlamalar ve yasakların hukuki yönden uygun olup olmadığıyla alakasıdır. Kemal (GÖZLER, 2021)’e göre pandemi ile mücadelenin hukuki süreci dört aşamadan oluşmaktadır;

1-      Cumhurbaşkanlığı Kabinesi’nin toplanması ve karar alması

2-      İçişleri Bakanlığı’nın genelde çıkarması

3-      İl umumî hıfzıssıhha kurullarının karar alması

4-      Kararlara aykırı davrananlara idarî para cezası verilmesi

Bu işlemlerin ilki hukuken yoktur, diğerleri ise hukuka aykırıdır. Hukukumuzda “Cumhurbaşkanlığı Kabinesi” diye bir kabine olmadığını belirten Gözler, hukuken olmayan bir kabine karar alamaz, haliyle bu kabinenin aldığı kararlar maddi yokluktadır. İçişleri Bakanlığı’nın yayınlamış olduğu genelgeler hukuka aykırıdır. Genelge o makamın kendi personeline hitap eder. Genelde ile vatandaşlara hitap eden bir düzenleme olamaz.  Ayrıca temel hak ve hürriyetler genelge ile değil, Anayasamızın 13. Maddesine göre, ancak kanunla sınırlandırılabilir. 1593 sayılı Umumî Hıfzıssıhha Kanununda maske takma zorunluluğu ve sokağa çıkma yasağı gibi yasaklar koyma yetkisi de yer almamaktadır. Bu yasaklara uymayanlara verilen para cezaları da hukuka aykırıdır. İdari para cezası verilebilmesi için aykırı davranılan emrin hukuka uygun olması gerekir. Halbuki burada emir, hukuka aykırıdır. Ayrıca kanunda yazılı olma şartına da aykırıdır.

Gelinen noktada 10 Ocak 2020 tarihinde başlayan Covid19 ile mücadele süreci halen daha kısıtlamalar ve yasaklarla yönetilmekte, aşılanma süreci ve tedbirlerle aşılmaya çalışılmaktadır. Sürecin nasıl işlediğinden, ilk vakanın görülmeden önce alınan önlemlerden, vakaların artması ve kısıtlama süreçlerinden, yaşanan tartışmalardan bahsettik. Pandemi sürecinin bir afet olarak görüldüğünü, risk ve kriz yönetiminin nasıl ilerlediğini işledik ve gündeme yansımalarını paylaştık. Şimdi ise sürecin yönetişim ilkeleriyle karşılaştırılması ve yorumlanması yapılacaktır.

 

SONUÇ

 

            Covid-19 olarak adlandırılan virüs hızlı bir şekilde dünyaya yayılarak pandemi haline dönüşmüştür. Bu tarz bir olay afet yönetimi açısından pandemik felaketler olarak adlandırılmıştır. Bu tarz salgınlar biyolojik afet olarak kabul edildiği için risk yönetimi ve kriz yönetimi aşamaları mevcuttur. Covid-19 salgınında sürecin başında belirsizliklerin olması, Çin Hükümetinin şeffaf olmaması, virüsün yayılım hızının öngörülemez olması göz önünde bulundurularak, risk yönetiminin verimli kullanılmadığını söyleyebiliriz. Risk yönetim aşamalarında hazırlıklı olma ve risk azaltma aşamaları bulunmaktadır. Bu aşamalara ülkemiz açısından bakacak olursak yönetim sistemimiz, Pandemik İnfluenza Ulusal Hazırlık Planımız ve sağlık altyapımız hazırlıklı olma aşamasını oluşturmaktadır. Sağlık altyapımızı destekleyen unsurlar ve Bilim Kurulu oluşturulması ise risk azaltma aşamasını temsil etmektedir. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi kriz yönetiminde hızlı karar alınması, karar alma süreçlerinde eşgüdüm sağlanması, politika belirlemede ve uygulamada etkin olunması, toplumu bilinçlendirmede şeffaf olunması, güvenlik ve denetim imkanlarının kolaylaştırılması bakımından olumlu görülebilir. Ancak kriz yönetimi durumlarında yönetişim ilkelerinin çoğu zaman aksadığını söylemekle beraber çoğu zaman toplumun da karar alma süreçlerine katıldığı görülebilir. Türkiye’nin son yıllarda sağlık sektöründe yapmış olduğu reformlar salgına hazırlık sürecine olumlu yansımıştır. (TURAN & ÇELİKYAY, 2020)

            Sürecin başlangıcında Sağlık Bakanlığı tarafından kurulan Bilim Kurulu, yayımlanan bildiriler, halkın bilinçlendirmesi ve aydınlatılması çalışmaları bu sürecin yönetişim ilkeleri açısından uygun şekilde başladığını görmekteyiz. Sürecin devamında alınan kararların Cumhurbaşkanı başkanlığında Bilim Kurulu’nun tavsiyeleri göz önünde bulundurularak alındığını bildiren hükümetin yine yönetişim ilkelerine uygun şekilde hareket ettiğini söyleyebiliriz. Ancak sürecin devamında uzman kişilerin ve meslek örgütlerinin dile getirdiği kapsamlı birer tam kapanmayı devletin hiçbir zaman uygulamaması yönetişim ilkelerinden sivil toplum örgütlerinin de karar alma sürecinde etkili olması açısından olumsuz yansıdığını görmekteyiz. Yine hükümetin kısıtlama ve yasakları duyurma konusunda yanlış zamanı seçmesi, açıklamaların geç gelmesi ve yeteri kadar açık olmaması kamuoyunu aydınlatma konusunda olumsuz yansıdığını söyleyebiliriz. Afet yönetiminde yerel yönetimlerin rolünün önemli olduğu bilinir iken, kapanmalar ve kısıtlamalardan ötürü yardıma ihtiyaç duyan kesimlerin bu yardımlara daha çok ihtiyaç duyduğu süreçte bazı belediyelerin yardım fonlarının bloke edilmesi yönetişim ilkeleriyle uyuşmamaktadır. Salgınla yönetim sürecinin merkeziyetçi bir anlayışla ele alınmaya başlanması yönetişim ilkeleriyle örtüşmemektedir. Türk Tabipler Birliği’nin yapılan toplantılara çağrılmaması, süreci beraber yönetelim çağrılarının da karşılıksız kalması bu süreçte devletin tek aktör olduğunu göstermekte ve yönetişim ilkelerine uymadığını kanıtlamaktadır. Sağlık Bakanlığı’nın paylaşmış olduğu günlük vaka tabloların şeffaf olmadığı iddiaları, bu iddiaların ilerleyen süreçte doğrular nitelikteki değişimlerde sürecin şeffaf şekilde yönetilmediğini göstermektedir. Yaz aylarının ardından tekrar kısıtlamaların getirildiği dönemde esnafa ve birçok orta ve alt düzey gelire sahip vatandaşlar için herhangi bir teşvik veya yardım paketinin açıklanmamış olması kamuoyunun karar alma sürecinde olmadığını göstermektedir. Aşılama sürecinin yeteri hızda olmaması, toplumun büyük kesiminin henüz aşılanmamış olması kısıtlamaların ve yasakların daha uzun süreli olmasına yol açıyor ve toplumun huzurunun ve ruh sağlığının tehlikede olduğunu gösteriyor. Gelişmiş devletlerin aşılama sürecini hızlı yapması ve normalleşme süreçlerine çoktan geçmiş olmaları, salgınla mücadele sürecindeki başarılarını sürekli diğer dünya devletleri ile kıyaslayarak başarılı olduklarını öne süren hükümetin kamuoyuna yeteri güveni vermediğini, inandırıcılığını ve devlete olan güvenin azaldığını kanıtlamaktadır. Salgın yönetiminde alınan kararların ve karar sürecinin hukuki yapısı uzman hukukçular tarafından sorgulanır ve yanlış olduğu yönünde görüş bildirilirken bunların görmezden gelinmesi, hukuk devleti anlayışının sorgulandığı bir ortamda yönetişim ilkelerinin uygulanıp uygulanmadığına bakmak ne kadar doğru olur tartışılır.

            Görüldüğü üzere salgınla yönetim sürecinin başlangıcında yönetişim ilkelerine uygun şekilde kararlar alınıp uygulanmış, ilerleyen süreçte bu durum zarar görmüş ve gelinen noktada yönetişim ilkeleriyle tamamen uyuşmayan bir yönetim süreci olduğunu anlamaktayız. Türk Tabipler Birliği’nin hiçbir süreçte yer almaması, vaka sayılarında kamuoyuna şeffaf olunmaması, alınan kararların yayımlanış biçimi ve zamanlamasının tartışılır olması ve salgınla yönetimin hukuki sürecinin ciddi yanlışlar içermesi yönetişim ilkeleriyle uyuşmamaktadır. Süreç, yerel yönetimlerin bölge halkına yapmış olduğu desteğin siyasi olarak yorumlanmasıyla yönetişim anlayışından uzaklaşmıştır. Alınan kararların ekonomik karşılığının önemli olması, yönetişimin uygulanabilmesi için güçlü bir ekonomiye ihtiyaç olduğunu göstermektedir.

 

KAYNAKÇA

 

AA. (2020a, Mart 24). aa.com.tr: https://www.aa.com.tr/tr/kategori-sayfasi-manset/adan-zye-kovid-19-rehberi/1777116 adresinden alındı

AA. (2020b, Mart 24). aa.com.tr: https://www.aa.com.tr/tr/koronavirus/turkiyenin-koronavirusle-mucadele-politikasina-bilim-kurulu-yon-veriyor/1777215 adresinden alındı

AA. (2020c, Mart 12). aa.com.tr: https://www.aa.com.tr/tr/koronavirus/ibrahim-kalin-koronavirus-toplantisinda-alinan-tedbirleri-acikladi/1763918 adresinden alındı

AA. (2020d, Mart 16). aa.com.tr: https://www.aa.com.tr/tr/koronavirus/icisleri-bakanligindan-koronavirus-tedbirleri-genelgesi/1768059 adresinden alındı

AA. (2020e, Nisan 4). aa.com.tr: https://www.aa.com.tr/tr/koronavirus/turkiyenin-koronavirusle-mucadelesinde-son-24-saatte-yasananlar/1791816 adresinden alındı

AA. (2021, Mayıs 1). aa.com.tr: https://www.aa.com.tr/tr/ekonomi/turkiye-likit-destekle-devleri-geride-birakti/2226445 adresinden alındı

BBC. (2020, Nisan 11). bbc.com/turkce: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52251144 adresinden alındı

BBC. (2021, Nisan 28). bbc.com/turkce: https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-56907130 adresinden alındı

BUDAK, F., & KORKMAZ, Ş. (2020). COVID-19 PANDEMİ SÜRECİNE YÖNELİK GENEL BİR DEĞERLENDİRME: TÜRKİYE ÖRNEĞİ. Sosyal Araştırmalar ve Yönetim Dergisi (1), 62-79.

ÇİLİNGİR, G. A. (2020). Covid-19 kapsamında alınan tedbirlerin afet yönetimi açısından analizi. C. Ş. EYEL, S. GÜN, M. ERDİRENÇELEBİ, G. A. ÇİLİNGİR, G. Y. ÇELEBİ, H. M. ARSOY, . . . B. ŞAHİN içinde, Covid-19 döneminde iktisadi, idari ve sosyal bilimler çalışmaları (s. 3-29). Ankara: İksad Yayınevi.

DW. (2020, Mart 18). dw.com/tr/g%C3%BCndem/s-10201: https://www.dw.com/tr/sa%C4%9Fl%C4%B1k%C3%A7%C4%B1lardan-h%C3%BCk%C3%BCmete-koronavir%C3%BCs-%C3%A7a%C4%9Fr%C4%B1s%C4%B1/a-52829868 adresinden alındı

DW. (2021, Mart 10). dw.com/tr/g%C3%BCndem/s-10201: https://www.dw.com/tr/t%C3%BCrkiyede-pandemi-bir-y%C4%B1lda-neler-ya%C5%9Fand%C4%B1/a-56822009 adresinden alındı

EURONEWS. (2021, Mart 24). tr.euronews.com: https://tr.euronews.com/2021/03/24/covid-19-mucadelesi-turkiye-as-lamada-durma-noktas-na-m-geldi adresinden alındı

GÖZLER, K. (2021, Mayıs 18). ANAYASA.GEN.TR. anayasa.gen.tr: https://www.anayasa.gen.tr/pandemi-ozet.htm adresinden alındı

KALFA, C., & ATAAY, F. (2008). YÖNETİŞİM: DEVLET-TOPLUM İLİŞKİLERİNDE YENİ BİR AŞAMA. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 17(3), 229-240.

SÖZCÜ. (2020, Nisan 9). sozcu.com.tr: https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/bakanlik-asevinin-banka-hesaplarina-el-koymustu-belediye-tek-tek-o-evlere-yemek-goturuyor-5737658/?utm_source=dahafazla_haber&utm_medium=free&utm_campaign=dahafazlahaber adresinden alındı

T24. (2021, Nisan 27). t24.com.tr: https://t24.com.tr/haber/imf-raporu-turkiye-pandemi-doneminde-halkina-en-az-yardim-yapan-ulkeler-arasinda,948738 adresinden alındı

TURAN, A., & ÇELİKYAY, H. H. (2020). Türkiye’de KOVİD-19 ile Mücadele: Politikalar ve Aktörler. Uluslararası Yönetim Akademisi Dergisi, 3(1), 1-25.

 

16 Mayıs 2021 Pazar

Kültür ve Yönetişim Kavramları Üzerinden Bir Yazı

 

YÖNETİŞİMİN TÜRKİYE İLE İMTİHANI

 


 

          Ülkemizin kültürel tarihine baktığımızda güçlü figürlerin ve güçlü devlet yapısının olduğunu görmekteyiz. Ataerkil yapının olması, aile büyüğünün söz sahibi olması ve ana karar verici olması, devlet yapısına da yansımış olup güçlü bir kültür oluşturmuştur. Bu kültürle ilerleyen Anadolu ve Türk toplumu, 20.yüzyıldan itibaren Atatürk ilke ve inkılaplarıyla beraber hızla gelişmekte olan dünyaya ayak uydurmaya ve gelişmeye çalışmıştır. Kapitalizmin gereği olarak bireyciliğin ön plana çıkmaya başladığı diğer dünya ülkelerinde kültürlerinin ve birikimlerinin bir yansıması olarak gelişime ve değişime hızlı adapte olmuşlardır. Ancak ülkemiz için bu değişim ve gelişimin aynı hızda olduğunu söylemek zor olacaktır.

            Hiyerarşik yapının kuvvetli olduğu ülkemizde, kamu kurumlarının deyim yerindeyse kutsal kabul edilmesi, liberal politikalarla beraber ülkemizde de adı geçmeye başlayan yönetişim ve yeni kamu anlayışı ilkelerinin halen daha sözden ibaret olmasına sebebiyet vermektedir. Kültürel anlayış gereği devletin sözünün üstün kabul edilmesi kanaatkâr bir çoğunluk oluşturmuş olup, söz sahibi olmak isteyen bireylerin az olmasına ve de bastırılmasına yol açmıştır. Bu düşünce eğiliminin köklerinin sağlam olmasından dolayı özel sektör yeteri düzeyde gelişmemekte ve bireycilik anlayışının kabul görmemesine yol açmaktadır. Güç mesafesini olabildiğince yüksek tutmak isteyen bir yönetim anlayışına ve buna uygun bir topluma sahip olan Türkiye’de yönetim anlayışı kendi kültürüne uygun bir şekilde oluşmaktadır.

            Evrensel karar verme, bireycilik, güç mesafesinin azaltılması gibi kavramlar bunu uygulamak isteyen ülke ve toplumların kültürleriyle özdeşleşmesinden dolayı başarılı olmaktadır. Kendi kültürlerine uygun bir yönetim anlayışını benimseyen ülkelerin dünya üzerinde söz sahibi ülkeler olması Türkiye gibi kültüründe öznel karar verme, kuvvetli hiyerarşi anlayışı olan ülkeler için bu yönde adım atmaları ve onlara uyumlu hareket etmelerini zorunlu kılmıştır. Bunun başarılı olabilmesi için öncelikle yenilikçi ve bireyciliğe önem veren bir eğitim sistemi olmasının gerektiğini düşünmekteyim. Cumhuriyetin ilk yıllarında uygulandığı gibi yapıcı reformlara yer verilmesi, kendi dilimizi ve kültürümüzü koruyarak hâkim olan büyük güçlerin başarılı yönetim anlayışlarının ve fikirlerinin çalışılması gerektiğini savunmaktayım. Kültürün güçlü bir figür olduğunu kabul ederek, doğru yönde gelişmesini ve ona uygun bir yönetim anlayışını oluşturmamız gerekmektedir.

 

           

Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir Belgeseli İçin Yazılmış Eleştiri Yazısı

 

EKÜMENOPOLİS: UCU OLMAYAN ŞEHİR

 

 

İstanbul medeniyetin var olduğu andan itibaren insanlık tarihi açısından en önemli kentlerin başında gelmektedir. Osmanlı döneminde kalabalık bir nüfusa sahip olan kent, 19. ve 20.yüzyıllarda kent sakinlerinin temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyordu. Özel sermayenin üstlendiği bu görevler cumhuriyetin ilanından sonra şehri terk etmesiyle birlikte devletin desteğiyle devam ettirildi. Devletin baskın güç olduğu dönemde yurt dışı desteklerin de alınmasıyla beraber İstanbul hem sanayinin merkezi hem de ana karayollarının birleşim ve kesişim merkezi oldu. Devlet yatırımlarının bu bölgede yoğunlaşması, Anadolu insanını İstanbul’a göçe zorladı. Burada iş imkânı bulabilen birçok insan devletin konut desteğini göremeyince sanayi ve karayolları bölgelerinin etrafında gecekondulaşmayı tercih etti. Devletin uzun yıllar boyunca gecekondulaşma sürecine göz yumması, konut desteğinde bulunmamaları İstanbul’un sosyo-kültürel yapısını bozmakla kalmadı, İstanbul’un doğal yapısını ve ekolojisini geri dönülemez ölçüde tahrip etti. 1980’li yıllardan itibaren izlenen ekonomi politikalarının bir gereği olarak büyük kentlerin metropol kent yapısına dönüştürülmek istenmesi, İstanbul’un her toprağını bir yatırım değeri olarak görünmesine sebebiyet verdi.

           Şehrin kendine has yapısı olan doğal bir kanal tarafından ikiye ayrılması, toplu taşıma ağına düşen sorumluluğu arttırmaktaydı. Ancak uzun yıllardır otomobil sektörünün desteklenmesi sonucu olarak karayolu ağının genişlemesi, otomobil sayısının hızla artması, İstanbul trafiğini olumsuz etkiledi. Dünyanın diğer metropol şehirleriyle karşılaştırıldığında çok düşük kalan raylı sistem ağı İstanbul’un trafiğine bir çözüm olarak görülmemekteydi. Bunun yerine 3.köprü ve karayolunun denizin altından geçirilme projesi gündemdeydi. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde görülen güçlü demokrasi anlayışı, sosyal düzen ve ekolojiye olan saygıdan dolayı metropol şehirlerindeki büyük yatırımlar ve kentsel projeler dikkatlice ele alınmakta ve uygulanmakta iken, İstanbul’da bu tarz bir anlayışın pek görülemediği açıktır. Bunu ülkenin üretim gücünün zayıf olması, yeni ve yabancı yatırımcılara ihtiyaç duyulması, ekonominin temellerinin inşaat ve otomotiv sektörüne bağlanmasına dayandırabiliriz. Bu nedenle birçok uzman görüşüne ve çevresel yıkımlara göz yuman bu anlayış, İstanbul’un her bölgesini küreselleşme anlayışına uygun şekilde tüketim merkezi haline getirmekte ve pazarlamaktadır.

 Devletin batı bölgelerde istihdam olanağı sağlaması, doğu bölgelerde yeterince istihdam bulamayan insanların İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyükşehirlere göç etmesine sebebiyet veriyor. Metropollere gelen insanlar düşük yaşam standartlarında hayatlarını devam ettiriyorlar. Hızla büyüyen şehir elde ettikleriyle yetinmeyip şehrin ücra kesimlerine de ulaşıyor ve bu bölgede yaşayan düşük gelirli insanları da evlerinden etmeyi başarıyor. Ülkemin insanını, yine aynı ülkenin belediyesi veya şirketleri mağdur ederken onların haklarını gözeten ve arayan bu topraklardan çok uzakta bir araştırmacı oluyor. Bizse sadece kendi hayat standartlarımızı düşünerek, başka yaşamların haklarını hiçe sayarak yaşamaya ve daha çok kazanmak için çabalamaya devam ediyoruz. 

Toplu konut adı altında yapılan sitelerin geçtiğimiz yüzyılda birçok Avrupa ülkesinde denendiği ve bu tarz konutların insanların yaşam kalitesine aykırı olduğu, oradaki çocukların eğitimleri ve gelişimleri için olumsuz birer örnek olduğu anlaşılmış ve bundan vazgeçilmiş iken ülkemizde bu tarz yapılanmalar kalitesiz binalarda, kalitesiz alt yapı ve yollarla devam etmekte. Ekolojiyi tahrip ederken, toprağı betonlaştırırken betonun metrelerce üstüne bahçeler yapmakla ekolojiye destek olduğunu savunan bu büyük inşaat firmaların devlet tarafından desteklenmesi, TOKİ’nin güçlendirilmesi ve kâr elde eden bir kurum haline dönüşmesi ülkenin geleceğini maalesef betonla kapatmaktadır. 

Küresel kentleşme anlayışının toplumu sınıfsal olarak ayrıştırması, insanları birbirinden uzaklaştıran, iletişimi ve hareketliliği azaltan bir politika olduğu görülmektedir. Bunun sosyal bir sorun olduğu açıktır ve bunun üzerine konuşulmalı ve tartışılmalıdır. Ancak geçmişte yapılan hatalardan ders çıkarmayıp, yapılan onca ranta ve betonlaşmaya rağmen bu yolda devam edilmesi, yeni mega projelerin hayata geçirilmek istenmesi ülkenin zararınadır ve bunun sonuçlarını en çok biz gençler ve çocuklar çekecektir. Belgeselde bahsedilen 3.köprünün masrafı her yıl geçmediğimiz halde bizim üzerimize vergilerle bindirilmektedir. Geçtiğimiz yılın ikinci yarısı geçiş garantisi verilen sayıya ulaşılmaması sonucu köprüyü yapan ve işleten firmaya 1 milyar TL’den fazla ödeme yapıldı. Köprünün yapımındaki amacın kamyon trafiğini ve şehrin ana hatlarındaki trafiğin hafifletilmek olduğu söylenmişti. İstanbul’da yaşayanlar bilmektedir ki köprü geçiş ücretlerinin yüksek fiyatta olması ve navigasyon şirketlerinin güzergaha ters olduğu halde bu yollara yöneltmeye zorlaması bu projenin amacına ulaşmadığını ve ülkemiz için zarar olduğunu göstermektedir.

 Dünyadaki neoliberal ekonomik anlayışın gereği olarak küresel kent anlayışı gelişmiş ülkelerde başarılı örnekler verebilir. Ancak gelişmekte olan, üretimi kısıtlı ve ekonomisi dışarıya bağımlı ülkelerde açgözlü yatırımcıların kentleri tarumar etmesine sebebiyet vermektedir. Türkiye’de inşaat sektörünün ekonominin ana aktörü olması bu yıkımı daha da hızlandırmış, çevreye, gelecek nesillere ve sosyo-kültürel yapıya iyileşemez yaralar bırakmıştır. Geçmiş ve gerçekler bu kadar açık ve net iken hala topraklarımızın, kentlerimizin ve doğamızın tahrip edilmesi, bu topraklardaki yönetim aklının hastalıklı olduğunu bize açıkça göstermektedir.

 


           

19 Temmuz 2019 Cuma

Kendime Not

Hayatta kalmak için kirlenmeye devam etmelisin. Temiz bir yer kalmadı artık. Kirli olmaya alışmalısın. Kirliyken temizmiş gibi yaşa ki kalabalığın içinde bir yer edin. Yoksa onların hoşuna gitmez. Senden istenilenler seni mutlu etmeyecek. Çünkü onların geldiği yerden gelmiyorsun. Kendi yolunu inşa ediyorsun. Senden öncekilerin yürüdüğü yollar senin için sadece bir iz. Bu iş zor, ama vicdanın bir nebze olsun nefes alıyor. En azından şimdilik öyle hissediyorsun. Umarım ilerde bundan mahrum kalmazsın. Belki de kendine başka şeyler bulursun. Uçmak gibi...

18 Nisan 2019 Perşembe

Eskisi Gibi Değil


    Eskiden hep yazmak isterdim. Şimdiyse yazmak istediğim nadir günlerden birisi bugün. Aslında her anım hayal kurmakla ve bir şeyler düşünmekle geçiyor ama artık bunları insanlarla paylaşmak istemiyorum. Çok nadiren de olsa hayatımda bunları paylaşmak istediğim birisi oluyor ve yazmaktan daha kolay bir şey varsa benim için o da konuşmak. O kadar çok konuşuyorum ki o günün sonunda boğazımın ağrımış olduğunu, ne kadar su içsem de hala ağzımın kuru olduğunu fark ediyorum. İnsanlar bu tarz şeyleri duymaktansa okumayı tercih ettiklerinden mi bilmiyorum genelde içimi döktüğüm insanlar kısa bir süre sonra uzaklaşıyorlar. Anlatılanlar da bana bir hiçliğe anlatmışım utancıyla kalıyor. O döngünün sonunda bir yerlerdeyim yine. Her defasında hatalarımdan ders çıkarmayı umduğum hayatımda yine aynı hataları yaparken buluyorum.  Bazı dönemler bu durum katlanılmaz oluyor. Hatalar insanı olgunlaştırır ama aynı hatalar insanın cesaretini kırar. 

    Eskiden kendimden nefret ettiğim bir dönem vardı çok olmadı, belki de hala ediyorumdur bilmiyorum ama o kadar da nefret ettiğim söylenemez. Aynaya baktığımda beğeniyorum mesela kendimi. Ama banyomdaki ayna beni hiç tatmin etmiyor. Keşke bu kadar basit olsa. Düşüncelerimden, yapmak isteyip de nasıl yapmam gerektiğini bilmeyen halimden, doğuştan gelen özelliklerimden, duygularımdan, ruh halimden ve neyi istediğimi bilmediğim halimden nefret ediyorum. Sürekli bir arayış içinde olup ta ne aradığını, arayıp ta bulduğu herhangi bir şeyle ne yapacağını bilememezliğin durumu bu. Bu durumu bir yanım severken diğer yanım bu halin soğuk yalnızlığından nefret ediyor. Yalnız kalmaktan korkan bir tarafım hala var. Nasıl alışırsın ki yalnızlığa. Onca insanın arasında her gün yaşarken. Her gün o insanların birbirleriyle olan ilişkilerini izlerken. 

    Eskisinden daha güçlü hissediyorum kendimi. Çünkü düşünmeye, hayal kurmaya, arayışa devam ederken artık daha fazla sorumluluk yükleniyorum. Her gün düzenli yapmam gereken bir rutinim var. İhtiyaçlarımı karşılamak için para kazanıyorum, insanlarla sürekli diyalog halindeyim, insanlardan kaçmıyorum, her gün yeni insanlarla tanışıyorum, anlatıyorum yine, ve yine uzaklaşıyorlar. Ama ben hala kurulu bir saat gibi her sabah çalmaya devam ediyorum. Her sabah kalkıp sorumluluklarımı yerine getirmeye devam ediyorum. Eskiden günün hızına şaşırmaktan uykuya dalarken şimdi menderes misali akmayan zamanın son kıvrımında denize akmayı bekliyorum. Yazarken kaç kez vazgeçtim bilmiyorum, paylaşmayıp silmek istedim. Şuan ilk hevesim yok. Kendimle alay ediyorum, yazdıklarımla. Bu da bir olgunluk göstergesi aslında. İlerde dönüp bu yazıları okuyup şuan ki halimi hatırlamak ve durumumu anlamak için yazıp paylaşıyorum. Yoksa nefret ettiğim sizler için neden bunca zahmete gireyim ki?


11 Kasım 2017 Cumartesi

Yaşıyorum

    Yaşıyorum, her sabah kalkıp dünyamızı daha da mahvetmek için ve buna seyirci kalabilmek için yaşıyorum. Yaşıyorum, çünkü onların isteklerini, arzularını yerine getirebilmek için cebime konulmuş en değerli şeyi, zamanımı onlar için harcıyorum. Geride bıraktıklarıma bakıp hala aynı yerinde saydıklarını görmek için, fikirlerini değiştirmeyenleri, düşünmeyenleri, sorgulamadan yaşayanları, bunları izlerken benim nerede olduğuma dair en ufak bir fikrimin olmamasını ve sanki bir bokmuş gibi boşluğa doğru gidişimin soğukluğunu tenimde hissedebilmek için yaşıyorum. Her yeni güne geceden kalan fikirlerimi, kafa patlattığım konuları ve cevapsız kalan onca alakalı veya alakasız şeyleri bir kenara bırakıp son bir umutla faydalı bir şeyler yapmak ve başarmak için ve en önemlisi iyi hissedebilmek için yaşıyorum. Hayal kurarken harcamış olduğum enerjimin boşa gittiğini o günün sonuna gelindiğinde yüzüme tokat gibi çarpmasını ve onun acısını kalbimde hissedebilmek için yaşıyorum. Yorganın altına girip bir fenerle korkularımı bastırabilecek iken yatağımdan çıkıp bilmediğim bir odada karanlığın sahibini ve ışığa açılan kapının kolunu arıyorum.

    İnsanlara kafamdakileri anlatıp bir çare bulabileceğimi zannedip aslında yanıldığımı görmek için yaşıyorum. Bilmeliyim ki onların en büyük korkuları gerçeği bilmeleri mümkün iken kurulu olan yapay düzenden çıkıp gerçeğe ulaşmak için gidilen o yolda kaybolmak. Bunu göze alabilen insanlarla karşılaşma ümidiyle yaşıyorum. İnsanlardan uzaklaşarak buna ulaşamayacağımı bilmeme rağmen kaçıp bir köşede kendi acizliğime iğrenerek bakmak için, kendimden nefret etmek için yaşıyorum. 

    Gözlerine bakmanın hazzını o an geldiğinde bile kelimelerle ifade edememek için, ona sarılabilmek ve gerçekten böyle birinin acaba hayatımda olup olamayacağını öğrenmek için yaşıyorum. Birini sevmekten bu kadar korkarken, güvenmekten vazgeçmişken, her gün kırılmalarıma bir yenisi daha eklenirken aslında yaşıyorum diyebilmem için gerekli olan şeylerden birinin eksildiğini fark ediyorum. 

Güzel bir şarkı bulup kendimi onunla öldürüyorum sonra bir şarkı daha duyup hayata onunla geri dönüyorum. "Düşüncenin gözü ne zaman görmeye başlar?" diye sorar Platon ve yanıtlar: "Gözlerimiz keskinliğini yitirince." Düşüncelerim bedenimin taşıyamayacağı ağırlığa geldiğinde bir soruya cevap buluyorum. Ölmek için yaşıyorum.

6 Ağustos 2017 Pazar

Kendimi Arıyorum

    Müzikleri dinlerken müzik kulağımın olmadığını fark ediyorum. İlham aldıkları neydi acaba? Ama beni çok etkiliyorlar. Notalarını, kurallarını bilmeden kendimi kaptırıyorum onlara. Onlar çaldıkça beynim düşünmeye başlıyor, vücudum tepkiler veriyor. Sanki biri beni dinleyip görüyormuş gibi hayaller kuruyor, yazıp çiziyorum. Dikkatimin tavan olduğunu hissedebiliyorum. Geçmişimi hatırlıyor onları düşünüyorum anı yaşarcasına. Müziğin ritmine göre yükselip dinginleşiyorum. Küçükken kurduğum hayalleri tekrar gün yüzüne çıkartıp eklemeler yapıyorum. Bazen de yenisine başlıyorum, kalemimin ucunu açıp yazıyorum üst üste koyuyorum legoları. Zamanın farkında olmadan... Uyumam gerektiği aklıma geliyor ve sanki hepsi birer kumdan veya dumandan ibaretmiş gibi bir çırpıda dağılıyorlar. Küçükken geceleri sisli havalar olduğunda penceremden dışarıyı seyrederdim. Onları kaybolan dağılan anılarıma mı benzetiyordum acaba? Gecenin bir vakti dışarı çıkıp havanın soğukluğuna aldırış etmeden sisin içinde geziyordum. Bazense fotoğraf çekiyordum.
 
    Ne zaman sorgulamaya başladığımı bilmiyorum. Toplumu, insanları, arkadaşlarımı, sevdiklerimi, kendimi... Belki de hep yapıyordum ama farkında değildim. Öyle bir an geldi ki onlardan uzaklaştığımı fark ettim. Kendimden bile. Çünkü düşüncelerim eylemlerime zıttı. Eleştirdiğim şeyler benliğimdi. Önce kendimi halletmem gerekiyordu. Bunu tek başıma daha iyi yapıyordum hatta yanımda biri varken yaptığım hiç olmadı diyebilirim. Yalnız olmak, yalnız kalmak benim için bir hüzün ifadesi değildi. Düşünmemin anahtarı, sorgulamamın başlangıcıydı. Kısa bir süre önce ilaç yazdırmak için gittiğim doktor bana "Kendini toplumdan farklı görüp, onlardan ayrı hissettiğin oluyor mu?" demişti. Uzun süredir bir soruya bu kadar irkilmemiştim. Evet ama kendimi egoist veya tamamen onlar yanlış ben doğru olarak görmüyorum demiştim. Onlardan fazla düşündüğümü onların sevdiği zannettiği şeylerin aslında sevmedikleri şeyler olduğunu ama buna mecbur kaldıklarını düşündüğümü söyledim. Acaba istediği duymak istediği şey bu muydu bilmiyorum. Neden bunu sormuştu ve cevabım ona neyi göstermişti? Bilmiyorum. Doğru olan toplum da acaba ben mi adapte olamamış, güçlü doğmamış ve hastalıklı kalan bir yavruydum? Bunun cevabını öğrenebilecek miyim zaman gösterecek. Ama öğrenmek için acele etmiyorum. Çünkü daha önümde düşünmem gereken kurmam gereken o kadar çok hayal var ki. Gerçekleştirmek istediklerim bana güç ve hırs veriyor. Takip ettiğim insanlar, ders aldığım hayatlar, dinlediğim şarkılar, izlediğim filmler ve en önemlisi yaşadıklarım... Hepsi birer ben. Beni ben yapan. İnsan bunları yazmak için düşmeyi mi beklemeli? Neden koşarken bunları yazmak aklıma gelmiyor? Belki de bunun için vakit yok! Koşmaya devam etmeliyim diye düşünüyordum. Aslında bunları yazarken anlatmak istediklerim bunlar değildi. Belki de onlar sadece bana kalmalı. Hayatta "Evet bunu biliyorum bu doğru" diyebileceğim şeylerin sayısı çok azmış. Bunları yazarken fark ediyorum. Cevabını bekleyen sorular, ama hiçbirisi için acele etmiyorum. Anı yaşamalıyım ve geleceğimi oluşturmalıyım. İdeallerim olmalı, hayallerimin peşinden gitmeliyim. 15 yaşımdan beri çalıştığım bir çok farklı işten ya kaçtım ya da kavga ederek ayrıldım. Zora mı gelemiyordum yoksa mantıksız mı buluyordum? Her şeyde biraz yeterli olmak mı yoksa sadece bir şeyde en iyisi olmak mı? Merhamet, sadakat, güven, sevgi... Kendimi hep bu kelimelerde buldum. Aslında anlamları güzel olup bunları hayatıma yansıttığımda anlamını yitirip sonucunun kötü olduğu şeyler.

    Bazen birine kendimi paylaşmak istiyorum. Hemen ardından vazgeçiyorum. Bunun sebebi korku mu yoksa artık büyüdüm hissi mi? Bir şey istediğim vakit hiç bir engeli tanımadan kendimi o işe adayabileceğime olan inancım o kadar fazla ki. Bu inancım ya başaramazsam korkusunu beraberinde getiriyor. Hayatta hiçbir şeyi mazeret etmek istemiyorum. Bu yaşıma kadar mazeretlerle geldim. Kendime tanıyabileceğim bir şans yok. Tükettim bunu biliyorum. Mutlu olduğum şeyleri yaparken hayatımın merkezine koyduklarım bir gün orayı boş bırakınca mutlu olduğum şeyleri de alıp götürüyorlar. Kendimi hayatımın merkezine koymayı nasıl becerebilirim? Bencil olmak kötü bir şey mi? Bencil olmakta acaba anlamı kötü olup hayatına yansıttığında aslında iyi olan bir şey mi? Tıpkı iyi şeylerin hayatta kötü şeyler getirdiği gibi. Anlamlarını kendi hafızamda değiştirebilir miyim? Yağmurlu bir gün, karlı bir hava, akşam vakti, insanların az olduğu, ışıkların önümü görebilmeme yetecek kadar parlak olduğu, bilmediğim bir şehirde bilmediğim sokaklarda, ilk defa gördüğüm ihtişamla yükselen dağların olduğu, dünyanın stresini atarmışçasına akan nehirlerin olduğu yeryüzünde yürümenin hayalini kuruyorum. Güzel insanların yanımdan geçip gittiği, ağızlarından çıkan her cümlenin gökyüzüne savrulduğu, sevdiklerine sımsıkı sarılan insanlarmışçasına toprağa sarılan ağaçların yanlarından geçip gitmek istiyorum. Ben kendimi arıyorum...